
Bursa’da Huzur
Bir şehir düşünün, içinde muhabbet, her yanı yeşil, her yeri güzel ve özel bir şehir. Düşünün içinde merhamet barındıran, tıpkı bir insan gibi kucağında bir sürü canlıyı taşıyan… Bir şehir düşünün, havası ayrı suyu ayrı güzel, toprağında rahmet, suyunda şifa olan. Bir şehir düşünün, denizin mavisini, yeşilin her tonunu aynı anda barındıran. Düşünün gökyüzünden yeryüzüne yansıyan maneviyatın insanı alıp başka diyarlara götürdüğünü… Sonra hissetmeye çalışın, hem dağ havası, hem yeşilin kokusu, hem suyunun lezzeti muhteşem olan ve her köşesi tarih kokan… Zamanla oluşan maneviyatı ve anıtlarını da içinde bulunduran bir şehir. Osmangazi, Orhangazi, Emir Sultan, Hz. Ulu Cami, Tophane, Koza Han ve Muradiye’si ile yazmakla ve saymakla bitmeyen cevherleri vardır. Her yönünle; muhabbetsin, yeşilsin, tarihsin, özelsin, güzelsin ve kocaman bir merhamet şehrisin sen Bursa!
Ben bu şehirde doğmadım ama bu şehre 10 yaşında ayak bastım. Hani derler ya “doğduğun değil de doyduğun yer” işte aynen de böyle oldu. Bursa’da doğmamış olsam bile Bursa bana bir anne gibi kucak açtı ve bağrına bastı. Çocukluğumda Bursa neşe veren eğlenceli bir şehirdi. Gençliğimde de meraklandıran heyecan veren ve şimdi ise huzur veren bir şehir oldu. Her yeri tarih kokan şehirde benim de anılarım birikti ve o tarihe karıştı. O tarihin bir parçası olmak, içinde bulunduğun zamanın dışında farkında olmadan başka bir zamanın içinde bulunmak nasıl bir duygu, nasıl bir sevinç bunu yazmak anlatmak mümkün değil. Pamuk ninelerimiz hep masal anlatır belki klasik olan sözler “bir varmış bir yokmuş” diye başlarlar ama hepsinin hikâyesinin sonu vatanım, köyüm, toprağım ile biter. Bursa da pamuk olan ninelerin hikâyeleri aynı sözlerle başlar vatanım, köyüm diye devam eder. Bahsi geçen pamuk ninelerimizin farkı içine muhakkak tarihten bir parça hikâye eklerler. Bursa; Evliyalarından, tarihi camilerine, hamamlarına, hanlarına cami bahçesinde ötüşen kuşlarına kadar birçok değerden bahsederler. Hikâyeleri hayallerle başlayıp gerçeklerle biter. Ramazanda iftarı sabırsızlıkla bekleriz. Yemekler yapar güzel güzel sofralar hazırlarız. Ezan okununca da sanki bir daha yemek yemeyeceğiz gibi fazlasıyla yeriz. Midemiz doyar fakat gözümüz asla doymaz. Bir akşam Emir Sultan Hz. türbesinde iftar açmaya gideriz. Nedense orada acıktığımızı hiç hissetmeyiz. Bir gün önce ezan okunsun diye saatleri dakikaları sayan bizler o an zaman dursun da bu huzuru biraz daha içimize alalım diye dua ederiz. Nerede açlık, nerede susuzluk, nerede o sabırsız insanlar bir anda sanki yok oldular. Aslında insanlar aynı zamanda aynı açlıkta ve aynı susuzluktadır. Güzel olan tek şey Bursa’da yaşadığın zamanın haricinde bir zamanın daha olmasıdır. İnsan aynı anda kendisini iki yerde hissedebilir mi? Bursa’da hisseder. İftarı bekleyen çok susamış olan ve aynı anda kendisini o maneviyatta kaybeden zamanın durmasını isteyen yine aynı insan işte. Bu yüzden değil midir ki Bursa’da ikinci bir zaman muhakkak vardır. Tarihi bir türbenin önüne gidip dua ettiğinde oranın tarihini okuduğunda gözünden akan bir damla yaş seni alıp o türbenin oluştuğu ana götürür. Bir anda kendini belki de bir savaşta hissedersin. Bu his sana öyle mutluluk verir, öyle bir dalarsın ki; bir anda Allahuekber diye bağırırsın. Herkes sana bakıyordur ama senin umrunda bile değildir. Çünkü bedenin bu tarihtedir fakat aklın ve kalbin eski tarihtedir. İşte Bursa sana aynı anda iki zamanı yaşatan tek şehirdir. Karşılıklı iki insanın atışmasını bize Karagöz ve Hacivat’la sevdiren şehirsin sen Bursa. Maneviyatını Osmanlı Devleti’nin başkenti olmakla taçlandıran şehirsin sen Bursa. Tophaneden bakınca kocaman şehri sanki yuvarlak bir bahçe içinde bir bütün olarak gösteren şehirsin sen Bursa. O tepede rüzgârın hafif esintisinde seni izlerken olduğumuz yerde değil de hissettiğimiz yerde olma imkanını sağlayan tek şehirsin sen Bursa.
Canlısın Bursa! Rüzgârın, yağmurun, karın hatta güneşin bile bir şeyler anlatıyor. Yağmurun genelde sessiz yağar tane tane dökülür yeryüzüne biz camdan bakar yağmurun yağışını izleriz “ne de güzel sessiz sessiz yağıyor” deriz. Ama biliriz ki yağmur Bursa’daki tarihi maneviyatı rahatsız etmemek için usul usul sessizce yağar. Bazen yağmur hiddetlenir; gök gürler, şimşek çakar, kızgın olur gökyüzü. İşte o anda biliriz ki, ya dalından bir çiçek kopartıldı ya da güzelim yeşili veren bir ağacın kesildi. Kızgınlığını yıldırımlarla gösterirsin. Bursa’da ikinci bir zaman her daim vardır, yağmurun yağmasında bile… Şehrin her sokağında her caddesinde buram buran kokan tarih seni alıp götürür ayrı bir zaman dilimine hissedersin o anı, keşke dersin keşke hissettiğim zamanda yaşamış olsaydım da tarihi bir cami inşaatında taş taşısaydım. Büyük Zatların talebesi olsaydım, olsaydım da bu dünyadan göçüp gidince benim de arkamdan bu şehrin kahramanları diye bahsedilseydi. İçini çekersin derinden bir ah dersin o anda bir huzur kaplar içini anlarsın ki geç kalmış sayılmazsın. Çünkü dünya var oldukça bu şehirde ki ruhaniyet var olacak. Bursa’da yaşadığın her anı anlat deseler somut olan her şeyi dile dökebilirsin fakat soyut olarak hissettiğini nasıl anlatırsın? Düşürsün düşünürsün şehrin var oluşuna iner oradan yaşamaya hissetmeye çalışırsın. Sanki bir zaman makinesi varmış da seni içine almış gibi her olayın ve yaşanmışlığın içinde kendini bulursun, başlarsın bir şekilde bunu anlatmaya…
Ulu Cami’deki Hızır da keramet var dediler. Yıllarca Ulu Camide Hızır Aleyhisselam var diye büyütüldük. Sonra hikâyesini büyüklerimizden tarih kitaplarımızdan öğrendik. Bir de var ki buna şahit olan gözler işiten kulaklardan duyduk. Birebir şahit olduğum bir yaşanmışlığı hikâye gibi çocuklarıma dostlarıma tüm çevreme her zaman anlatırım. Anlattıkça da Bursa’ya kalben daha çok bağlanırım ve her anlattığımda o ana geri dönerim. Yaşadığım zamandan bir anda hikâyenin yaşandığı ana geri döner o anki heyecanı tekrar yaşarım.
“ Bundan on yıl önceydi. Aylardan Temmuzdu, inanılmaz bir sıcak hava vardı. Birkaç arkadaşla birlikte çarşıya gitmek üzere yola çıktık. Arkadaşlarımızdan birisinin çok büyük bir sıkıntısı vardı. Sürekli bizimle dertleşir ve dua isterdi. Bizler de elimizden geldiğince yardım etmeye, sıkıntısını gidermeye çalışırdık. Tabii ki elimizden gelen şeyler sınırlıydı. En çok da elimizden gelen şey dua etmekti. Çünkü bir mazlum için gönülden edilen duadan daha büyük bir hediye yoktu. Bizler de hep bunu yaptık. Şemsi Tebrizi’nin de dediği gibi
“ Hayatta olabileceğiniz en güzel yer, bir duanın içerisinde olmaktır’’ cümlesini hayatımıza alarak bizden her dua isteyene dua eder, dualar müşterek deyip bizler de dua isteriz. Arkadaşın sıkıntısı, onu o kadar bunaltmıştı ki iş intihar noktasına varana kadar gelmişti. Biraz açılır diye beş kişi birlikte gezmek için dışarıya çıktık otobüse bindik. Bizler ne kadar sohbet muhabbet etmeye çalışsak da o gün o manevi bir haldeydi. Bizler onun bu halini yaşadığı sıkıntıya verip sanki hiç bir şey olmamış gibi muhabbet etmeye devam ettik. Otobüsten indik, heykele doğru yürümeye başladık. Birkaç mağaza gezdikten sonra Bursa’nın özeli olanlardan Koza Han’a girdik. O kadar güzeldi ki orada bulunan ipeklerin ahengi, renklerin birbiri ile olan dansı göz kamaştırıyordu. Hanın her odasında bulunan dükkânlardan tarih okunabiliyordu. İnsan bakınca kendisini ikinci Beyazıt döneminde hissediyor sanki yaptığı her alışverişte o dönemin ticaretine katkıda bulunuyordu. Sonra sanki gerçekten yardım yapmış gibi içini bir huzur ve sevinç kaplıyor o dönemde olmasan bile bu devirden geçmişe uzanmak sana mutluluk veriyordu. İçimize dolan manevi huzurla Ulu Cami’ye geçtik. Bizler ne kadar eğleniyor gibi gözüksek de o arkadaşa bakınca hüzünleniyorduk. Sanki hayata boş gözlerle bakıyordu. Ulu Cami’nin bahçesinde saatlerce oturduk. Daha sonra yemek yemek üzere caminin tam karşısında bulunan bir lokantaya girdik. Yemeklerimizi istedik, arkadaşımıza teselli vermeye çalışırken yanımıza çok uzun olmayan boyu ile hafif kilolu güzel yüzlü bir amca yanaştı.
“Sofranızda bana da bir çorba ikram edecek yer var mıdır?’’ dedi. Bizler önce birbirimize baktık daha sonra morali bozuk olan arkadaşım belki açtır dedi ve;
“Buyurun amca tabi ki, size yemek ısmarlayalım” dedi
“ Yok kızım, sadece bir çorbanızı içer giderim’’ dedi bizler şaşkınlıkla amcayı izledik. Lokanta sahipleri bize çok ters bakışlarla bakıp lütfen amcayı gönderin gibisinden işaretler gönderiyordu. Arkadaşım ise ısrarla oturması gerektiğini söyledi. Amca daha sonra kendisini bize anlatmaya başladı.
“Benim adım Mücahit, şair Mücahit ama herkes bana deli Mücahit der. Ben yazarım okurum anlatırım. Herkes beni dinler ama kimse ne demek istediğimi anlamaz. Sonra deli deyip gülüp geçerler. İşte böyle kızlarım hadi size de bir şiir okuyayım’’ dedikten sonra dertli olan arkadaşıma bakıp bir şiir okudu. Şiir bizi o kadar etkiledi ki hiçbir şey diyemedik. Tıpkı kendisinin de dediği gibi biz sadece dinledik ama dertli olan arkadaşımız anladı ve gözyaşlarına hâkim olamadı. Yemek bitti Mücahit Amca arkadaşımıza “yavrum bana şu karşı yola kadar refakat edebilir misin?” dedi bizler biraz çekinsek de arkadaşımız tereddüt etmeden amca ile birlikte yürümeye başladı. Bizden baya uzaklaştılar. Tam güneşin altında durup biraz sohbet ettiler. Arkadaşımızı karşıdan görüyorduk hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Hemen yanına gitmek istedik ilerledik. Mücahit Amca onun yanından ayrılıp bir anda gözden kayboluvermişti. Biz ne olduğunu bile anlamadık hemen arkadaşımızın yanına gittik bir kaldırımda oturmuş ağlıyordu. “Ne oldu?” dedik “sana ne dedi de seni bu kadar etkiledi?” Önce söylemek istemedi. Fakat ısrarlarımıza dayanamayıp anlatmaya başladı.
‘’Mücahit Amca Ulu Cami’nin bekçisi olduğunu söyledi. Burada ayakkabı boyacılığı yaptığını anlattı. Bana dua edeceğini bütün dertlerimin sıkıntılarımın kaybolacağını söyledi. Hatta sıkıntımın derdimin şu an içinde bulunduğum durumun da ne olduğunu bile bildi.’’ Dedi.
Biz yok artık buna da inanmıyoruz deyince de sözlerine şöyle devam etti. ‘’Mücahit Amca dedi ki Ulu Cami’nin bekçileri vardır. Ulu Cami’de üç tane Hızır vardır hatta Hızır’ın bir parmağında da işaret olduğunu söyledi. Daha sonrasında da kendi elini kaldırarak bana veda etti başparmağı da farklıydı’’ dedi ve arkadaşım oracıkta kendinden geçti. Bizler şaşkınlıkla o anı yaşadık. Aradan yıllar geçti. Her Ulu Cami’ye gittiğimde Mücahit Amca’yı arar gözlerim fakat sonrasında ne ben ne de arkadaşlarım göremedik. Bu da hayatımızda bir anı olarak kaldı. İşte Bursa sen sadece tarihi değil, şu anı bile bize tekrar tekrar yaşatan bir şehirsin. Her çarşıya gittiğimde kendimi o zamanda hissederim. Başta dediğim gibi huzursun, özelsin, güzelsin, tarihsin ve kıymetli bir şehirsin…
Bursa’da huzur vardır.
Gecenin karanlığında dolaşırken sokaklarda,
Sokak lambalarının altından geçerken soluduğun havada,
Bir sokaktan geçerken yapılan bir hayrat çeşmesinden içtiğin suda,
Uludağ’dan gelen soğukla titreyen ellerinde,
Denizini seyrederken dalgasının sesinde,
Karagöz ve Hacivat’ın tatlı tatlı atışmasında,
Camilerin şadırvanlarında,
Teleferikle gökyüzüne yaklaştığın her anda,
Hamamlarının şifalı sularında,
Yeşilin her tonunda ve kokusunda,
Heykelde yerde dans eden güvercinlerin saflığında,
Ulu Cami’deki Hızır’da
Emir Sultan Hz. Camisinde ki maneviyatta,
Yeşil türbesinde,
Sanki sadece ona has olan şiddetli lodosunda,
Yazın yansıması denize olan güneşinde,
Tarihin her parçasına baktığında,
Kendini hissettiğin zamanda huzur vardır.
Bursa’da yaşadığın çifte huzurdur.
Gözünün gördüğü, kulağının duyduğu o anki huzur,
Kalbinin gördüğü, ruhunun hissettiği tarihi huzur…
Asıl olan huzur neydi? Bence asıl olan huzur;
‘’Gözünün gördüğü, kulağının duyduğu değil,
Kalbin gördüğü ruhun hissettiğiydi huzur.
Yani Bursa’da yaşadığın huzurdan ayrı bir huzur, yaşadığın zamandan ayrı bir zaman daha vardır.
Ahmet Hamdi Tanpınar 2019 Makale Yarışmasına Katıldığım Yazı.